Herkesin kimseye anlatmadığı bir sırrı var. Herkesin bir başkasına göstermediği gizli bir yüzü var.
Ezel’in Oyunu’nda, günlük hayatın maskelerinin arkasında insanların bu vahşi, zalim, ne hırslarından ne de aşklarından bir türlü vazgeçemeyen gerçek yüzlerini görüyoruz.
Önce Yusuf vardı. Hayatın içindeki nokta kadar küçük hayatında ailesiyleydi. Mutluydu. Sonra Yusuf bir kız sevdi. Ona aşık oldu. Askerden gelecek, onunla evlenecekti. Evrende herşey yerli yerindeydi. Ama Yusuf birden cinayetten hapiste buldu kendini. Bildiği hayat, güvendiği insanlar bir anda yok oldu. Yerine, tek bir soru, on yıl boyunca kızgın bir damga gibi beynini dağladı durdu: Niye?
Sevdiği kız Eyşan, en iyi arkadaşı Cengiz ve abisi bildiği Ali, ona korkunç bir oyun oynamıştı. Yusuf cevapları bulamıyordu, çaresizdi. Ta ki hapishanede hayatını değiştirecek bir adamla tanışana dek.
Önce Yusuf vardı. Sonra Yusuf öldü. Ezel doğdu. Başka bir yüzle. Başka bir kimlikle. Ama aynı yakıcı soruyla. Niye?
Ezel, oyunu oynamaya hazır. Ezel cevapları bulacak. Ezel, bu üç kişiden intikamını alacak; ondan herşeyini alan insanlardan herşeylerini alacak. Ama önce içindeki bitmek tükenmek bilmeyen, uslanmayan, ölmeyen aşkı öldürmesi gerek.
Sevmek hiç bu kadar zor olmadı.
Kazanmanın bedeli hiç bu kadar yüksek olmadı.