Harvard’da dünyaca ünlü ekonomist Dani Rodrik, Türkiye’nin krizden ne kadar etkileneceğini, nasıl toparlanabileceğini anlattı
Bayramda deniz, güneş, tatil, her şey güzel. Herhalde aklınıza en son gelen ekonomik kriz ya da dünyanın durumu. Bir elinde karpuz, bir elinde kitap, kimin umrunda cari açık? Ancak emin olun ki bayramdan hemen sonra, hem Türkiye, hem de dünyanın gündemi yine bir türlü bitmek bilmeyen global krize kilitlenecek.
Bu yüzden geçen hafta Boston’da yaşayan Dani Rodrik’le konuştum.
Türk kamuoyu Rodrik’i, Balyoz iddianamesindeki çelişki ve zamanlama hatalarını ortaya çıkarmasından sonra ‘Çetin Doğan’ın damadı’ olarak tanıdı. Oysa Harvard profesörü, gerçekte sadece Çetin Doğan’ın damadı ve Balyoz hafiyesi değil, dünyanın önde gelen ekonomistlerinden.
Köşe yazıları, globalleşme konusundaki uyarıları ve Davos gibi uluslararası forumlardaki varlığıyla ünü Amerika sınırlarının çok daha ötesinde. Sosyal demokrat bir gelenekten gelen Türkiye kökenli Rodrik, globalleşme ve piyasa ekonomisini sadece para politikaları açısından değil, demokratikleşme ve siyaset gibi farklı parametrelerin ışığında yorumluyor. Business Week dergisi, Rodrik’in 1997’de çıkan ‘Globalleşme çok mu ileri gitti?’ isimli kitabını ‘Son 10 yılın en önemli ekonomik kitaplarından biri’ olarak tanıtmıştı. Son kitabı ‘Globalleşme Paradoksu’ da (The Globalization Paradox: Democracy and the Future of the World Economy, W.W. Norton, 2011) benzer övgüler aldı.
İşte, bayram keyfinizi kaçırma pahasına Dani Rodrik’le yaptığım söyleşi…
Son yıllarda yurt dışına çıktığımızda Türk ekonomisinden gurur duyar olduk. Bütün dünya krizdeyken bizde %11 büyüme vardı. Türkiye tsunamiden etkilenmeyen bir ada mı?
Ben Türkiye’nin yaklaşan krizden epeyi etkileneceğini sanıyorum. Aslında son dönemde Türkiye gelişmekte olan bir çok ülkeyle aynı konumdaydı. Kriz Avrupa ve ABD kökenli olduğu için, ilk aşamada gelişmekte olan ülkeler kendilerini izole edebildi. Ancak artık sermaye akımları ve Batı’daki durgunluğun dış ticaret rakamlarına yansıması, çevre ülkeleri de etkilemeye başlıyor. Türkiye’nin bu süreçte yaptığı hata, cari açığın bu kadar büyümesine izin vermiş olması. Genelde krizlere ne kadar büyük bir açıkla yakalanırsanız, ekonominiz o kadar zarar görür. Türkiye’de bunun ilk yansımalarını görmeye başladık. Büyüme beklentileri düştü ve döviz kuru sıçradı.
Yani Başbakan’ın ‘Bu sefer teğet bile geçmeyecek’ tezine katılmıyorsunuz…
Zaten 2009’da da teğet geçmedi. Krizden dünyadaki bütün ülkeler etkilenecek. Ama devamlı kısa vadeli sermaye akımına muhtaç gözüken Türkiye, piyasalardaki risk algısının artmasıyla daha da fazla etkilenecek.
Ama dünyada herkesin durumu aynı değil mi? Türkiye gibi diğer gelişmekte olan piyasalar da sarsılmayacak mı?
Türkiye’nin Brezilya, Hindistan, Çin gibi diğer gelişmekte olan ülkelerden farkı, son yıllarda çok büyük dış dengesizlik ve cari açık olması ve kısa vadeli sermaye akışlarına maruz kalması. Bu saydığım ülkelerin dış açıkları Türkiye’ye göre çok daha düşük. Brezilya parası güçlenmeye devam ederken TL düşüyor. Türkiye kendisini savunmasız bıraktı.
Liranın bir anda pat diye değer kaybetmesinin aslında bir anlamda doğal bir ‘balans’ olduğu, bu sayede cari açığın da küçülebileceği söyleniyor. Yani iç piyasalarda doların yükselmesi biraz da işimize yarıyor olabilir mi?
Buna katılıyorum ve de yazdım. Türk lirasının değer kaybetmesi bir fırsata dönüşebilir. %20 değer kaybedip yeni bir seviyeye oturması, arzu edilebilecek bir durum. Ama kontrolsüz aşırı dalgalanma ve volatilite olursa, bu durum piyasa ve üreticilere için belirsizlik demek. Bu yüzden kontrollü ve kalıcı bir değer kaybı için hızlı davranıp yeni bir mali disiplin ve ekonomik program ortaya konması gerekirdi. Bu yapılmadı. Bu durumda TL’nin ne olacağı piyasa psikolojisine bağlı. Bunun da kalıcı bir durum olmasını beklemek fazla iyimserlik.
Anladığım kadarıyla Türkiye biraz da kendi başarısının kurbanı. Hızlı büyüme, hızlı açılma…
Sürdürülemez politikalarla elde edilen büyüme, suni bir büyüme. Bu ölçekte devam edemez. Sorun, Türkiye çok hızlı büyüdü ama bunu bütçe politikalarıyla frenlenmesi lazımken yapmadı. Mali politikaların ‘counter cyclical’ olması lazım. Örneğin özel sektör bu kadar açılınca bütçenin daralması lazım ki kriz gelince kompanse edilebilsin. Bütçe açığı daha az olmalı, tüketim ve borçlanmayı caydırıcı politikaların devreye girmesi gerekirdi.
Bunlar izlenmedi. Ayrıca cari açık yönetimi Merkez Bankası’na bırakıldı. Halbuki Merkez Bankası’nda cari açık ve sermaye akışlarını yönlendirecek politik enstrüman yok. O yüzden Merkez politikalarının hükümetçe desteklenmesi gerekiyordu. Bu da yeterince yapılmadı. Kısacası büyümeden biraz fedakarlık yapıp harcamaları kısmak gerekirdi. Özellikle de borçla yapılan harcamaları….
Yine de Avrupa ve ABD’deki işsizlik rakamlarına, iflaslara bakınca şükrediyoruz…
Tabii Türkiye İspanya, Portekiz ya da Yunanistan durumunda değil. O ülkeler, Türkiye’nin yaptığını çok uzun yıllar boyunca ve daha aşırı biçimde yaptılar. Sonra borçlanamaz hale gelince de çok sert bir daralmaya gitmek zorunda kalıp şok yaşadılar. Türkiye daha şanslı. Ayrıca TL’nin değer kaybetmesi rekabet gücünün artması açısından bir avantaj. Zaten Türkiye’de özel sektörün dinamizmi Yunanistan gibi ülkelerle karşılaştırılamaz. Krizlerden bu kadar çabuk çıkmamız, özel sektörün dinamizmi sayesinde…
Arap Baharı’da potansiyel olarak Türkiye’nin ekonomik gücünü arttırabilir mi? Bir bir devrilen diktatörler, aynı zamanda kapalı ekonomiler demekti. Önümüzdeki dönem yepyeni pazarlar açılacak. Kesinlikle. Ama o ülkelerin çok çabuk toparlanmasını beklememek lazım. Büyümeye başladıklarında Türkiye tabii ki bundan çok fayda görecek. Zaten de Türk işadamlarının (Libya dahil) o piyasalarda çok tecrübesi var. Ama hala çok uzak bir potansiyel.
Türkiye’yi vurursa kriz ne kadar sürer?
İki senaryo var. Biri, Türkiye’nin krizden epeyi etkilenmesi ama daha sağlıklı bir yapıya kavuşması. İkincisi ise Türkiye’nin krizden gerçekten hızlı çıkması ama bunun için de aynı sürdürülemez büyüme modelini kullanması. Hangi yolu seçeceği hem Türkiye’ye hem de dış piyasalardaki toparlanmaya bağlı. Ama dış piyasalar biraz toparlanır ve para Türkiye’ye yönelirse, Türkiye kendini aynı fasih daire içinde bulur. Oysa sermaya akışı biraz yavaşlarsa, Türkiye’nin krizden çıkması belki daha yavaş olur ama daha sağlıklı bir yapısal değişimle olur.
Yine de durum çok travmatik değil…
Değil çünkü ekonomide büyük hatalar yapılmadıkça Türkiye zaten kendi özel sektörünün dinamizmiyle yüzde 6-7 büyüyebilecek bir ülke. Bunu daha iyi yönetimle bir kaç puan yukarı ya da aşağı çekmek mümkün.