Nuri Bilge Ceylan’ın yönettiği son filmde başrol oynayan Yılmaz Erdoğan, gündemdeki konulara ve Kürt sorunu ile ilgili çalışmalara mesafeli durmasının nedenini açıkladı
Yılmaz Erdoğan, Nuri Bilge Ceylan‘ın yönettiği ve bu hafta gösterime giren Bir Zamanlar Anadolu’da filminde başrol oynuyor. Nuri Bilge’nin setini "Sadece oyunculuk değil, yönetmenlik açısından da dersler aldığım bir çalışma ortamıydı." şeklinde değerlendiriyor.
Adana Altın Koza Film Festivali’nde Erdoğan ile görüştük; oyunculuk, sinema, tiyatro ve yeni projeleri hakkında konuştuk.
Cannes’da "Nuri Bilge ile çalıştıktan sonra sinemayla ilgili kafamda bazı şeyler değişti." demiştiniz. Değişim sinemanıza nasıl yansıyacak? Yoksa ‘sanat filmi’ mi geliyor?
Bu değişimin içinde hem anlatım dili hem de teknik bazı şeyler var. Dijital kamera, post-prodüksiyon sırasında filmin yeniden inşa edilmesi gibi benim öğrenmek istediğim şeyler… Filme başlarken "Benim için bu yönden çok iyi olur." diye düşündüğüm konulardı. Nuri Bilge Ceylan‘ın sabrı mesela. Ben sette o kadar sabırlı değilimdir. Üstüne gidince oyunculukta bazı şeylerin daha yoğun olarak ortaya çıktığı gerçeğiyle karşılaştım. Aslında daha çok teknik meselelerdi. Yoksa, "Ben de artık böyle çekeceğim." gibi bir şey değil. Ben zaten "Gişe sinemasının en ‘art house’u, art house sinemanın en gişecisiyim." diyebileceğim bir yerde duruyorum. Bu yerim değişmez; ama dünyanın sayılı yönetmenlerinden biriyle çalışmak öğretici bir deneyim. Sadece oyunculuk değil, yönetmenlik açısından da dersler aldığım bir çalışma ortamıydı.
‘Bir Zamanlar Anadolu’da’ filminin Türkiye‘nin otopsisini yaptığı yorumu oldukça yaygın. Size göre bu otopsinin sonucu nedir?
Nuri Bilge, her seyircinin kendince bir cümle kuracağı bilinçli belirsizlik oluşturuyor. Dolayısıyla herkes bir sonuç çıkarabilir. Benim çıkardığım şu: Devleti, bürokrasiyi eleştirmek için yola çıkıyorum demeden, sadece o gerçeğin fotoğrafını çekmek için yapılmış ciddi bir eleştiri görüyorum. Ben de küçük şehirden gelmiş biriyim. Oradaki küçük iktidar çatışmasının gerçekçi hallerini gördüm.
Bu küçük yerlerin insanları filmlerinizde de var. Nuri Bilge Ceylan ile sizin bu insanlara yaklaşımınızı karşılaştırırsak tablo nasıl?
Aynı gerçeğin bir başka şeklini anlatıyorum. Ben yapı olarak daha iyimser biriyim. O biraz daha karamsar. Ama ikimiz de gerçeğin peşindeyiz. Ben mizahçı yanımdan dolayı çatışmaları daha bariz daha derin ortaya koydum. Buradaki duruluk hayranlık verici bir şey. Herkes kendisi gibi söylüyor türküsünü. Nuri Bilge’deki, biraz daha geride durup çatışmaları dürtmeden anlatmak beni de etkiledi doğrusu.
Sizin gözünüzden, Bir Zamanlar Anadolu’da, onun sineması için ne gibi yenilikler barındırıyor?
Evvela, ilk defa bir Nuri Bilge Ceylan sinemasında şu ya da bu oranda gülüyorsun. Çok fazla diyalog var. Susarak değil, o susmaları ciddi diyaloglar, karakter çeşitliliğiyle zenginleştiriyor. Nuri Bilge’de en çok sevdiğim şey, sürekli arıyor. Yani "Ben tamamım." dese kim ne diyebilir ki! Bizim sinemamızda nerede bir liste yapılsa artık Bir Zamanlar Anadolu’da girecektir.
Filmde oynadığınız komiser karakterinde sizden tanıdık çok şeyler var. Diyaloglara katkınız oldu mu çekim sürecinde?
Biz senaryoyu sahneye çekiyorduk sonra Nuri Bilge, "Şimdi serbestsiniz, oynayın." diyordu. İşte orada çok çeşitli şeyler yaptık. Arabadaki diyaloglarda bir sürü konu var, mesela bir yerde ıslık çalmıştım, filmde onu çok acayip bir yerde kullanmış. Doğaçlama yeteneğin varsa, tam onun yönetmeni Nuri Bilge.
Nuri Bilge Ceylan sineması ile sizin sinemanız arasındaki farklar, benzerlikler neler?
Herkes bizi ayrı uçlardan geldik zannediyor ama müthiş bir uyum vardı aramızda; akrabayız onunla! Sadece iyimserlik-kötümserlik farkı var. Gerçeğin farklı yönlerine bakıyoruz. Hayat karşısında iyimser olmanın da kötümser olmanın da koşullarını bulursun. Bu filmde, ben sanki bir adım onun tarafına gittim, o da bir adım bizim ironi dünyasına yaklaştı gibi. Ortada bir yerde buluştuk ve ciddi bir sentez oldu aslında.
Nuri Bilge Ceylan‘ın yanı sıra yakın zamanda İranlı yönetmen Behmen Ghobadi ile de çalıştınız. Sizin oyunculuğunuza haksızlık olmasın ama bu tecrübeler oyunculuğunuzu farklı bir yere taşır mı?
Başlangıçta tiyatrodan geldiğim için daha çok komedyen dürtüleriyle oynuyordum. Trajediyi hiç ıskalamadım, hep trajikomedi yaptım ama, şimdi reaksiyon için özel bir şey yapmadan oynamak daha değerli, çok daha olgun. Dolayısıyla oyunculuğumun da özellikle bu işlerde olgunluk dönemine girdiğini düşünüyorum.
Sizin ‘hoca’lık vasfınız da var bir taraftan…
E, öğrencilik vasfım da var bir taraftan! Çünkü bu ikisi birlikte olmazsa malumat satıcılığına dönüşüyor iş. Kendiyle yetinmeyen bir adam öğrenme sürecini hiçbir zaman kapatmaz. Artistlik olsun diye demiyorum; gerçekten öğreniyorum. Bu öğrenme süreci de bitmeyecek.
Yazar, şair, oyuncu, yönetmen hatta yapımcı… Bunlar içinde sığındığınız dinlendirici bir alan var mı?
Şiir benim için öyle. Son iki yıldır az şiir yazıyorum, ama epey şiir birikti gene. Yakında birkitapdüşünüyorum. Aslında şiirleri sesli sunmayı seviyorum. Çıkarsa öyle olacak herhalde.
Ne zaman sahnelere döneceksiniz?
Sorma, eski sevgiliyi ihmal ettik! Kafamda bazı şeyler var sinemayla ilgili, onları yapınca tiyatroya döneceğim.
Nedir o şeyler?
Şimdi bir film projem var, iki gün sonra mekân bakmaya gideceğim. Yedi yıldır üstünde çalışıyorum. Onu istediğim gibi bitirdiğimde, sanıyorum, sinemayla ilgili biraz daha doygunluk, bir tatmin duygusu olacak benim için.
Nasıl bir film olacak?
Adı ‘Şairler’. Gerçekte yaşamış iki Zonguldaklı şairin, Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu’nun hayatından esinlenerek anlatacağım bir hikâye. 1940’lı yıllarda geçen bir dönem hikâyesi. Bayağı büyük, çok uzun süren bir iş. Araştırması çok uzun sürdü. Benim bütün vasıflarımı bir arada toplayacak bir proje. Şiir de bu sefer filmin içine doğrudan girecek. Bu açıdan çok önemsiyorum. Filmde ilk defa eşimle (Belçim Bilgin) birlikte kamera karşısına geçeceğiz.
Ülke gündemiyle ilgili konulara biraz mesafeli duruyorsunuz. Sanat dünyasında, özellikle Kürt sorunu hakkında söz söyleyecek sayılı kişilerdensiniz. Bu mesafenin sebebi nedir?
Aslında bir mesafe yok. Bence insanın kişisel tarihindeki tutarlılık önemlidir. Bu konuda da benim içim rahat. Ben birkaç sene evvel, 2007’de bir mektup yazdım. Hâlâ onu okumayanlar var. O zaman niye konuştuğumu bilenler şimdi niye sustuğumu da bilirler. Vaktiyle konuştuğum için şimdi susabiliyorum. Sözün hükmünün kalmadığı bir yerde de konuşmanın anlamı yok. Ama bu bir mesafe değil; aksine, "Ben bu mevzuda söyleyeceğimi söyledim" tavrıdır. Ayrıca, ben faydalı olmak istiyorum, aktivist olma derdinde değilim. Bu meselede başka bir kimlik inşa edecek halimiz yok ya. Böyle bir lüksümüz yok. Bunu durdurmaktan başka çıkar yol yok.
***
‘Tiyatroya çok donanımlı döneceğim’
Tiyatrodan uzak durmanızın özel bir sebebi var mı?
Tek sebebi var: sinema… Sinema yazarlığı yapmak ya da film çekmek için tiyatro kasedini çıkarmak, yerine sinema kasedini takmak gerekiyor. Bir de çok kıskanç, çok zaman alıyor. Bir dönem tiyatroya ara vermeden yaptım ama yürümedi.
İzlemeye gidiyor musunuz?
Gidemiyorum ne yazık ki! Bir filme başlayınca bir yılın gidiyor. Montaj, oyunculuk derken vakit kalmıyor. ‘Uluslararası bir şeyler yapabilir miyiz?’ diye düşündüğüm için sinemaya yoğunlaştım.
Tiyatro kökenliler hep ‘tiyatro tiyatro’ diyor. Siz de özünüze döneceksiniz herhalde…
Tabii, döneceğim. Tamamlamak istediğim bir evre var. Bu yeni çekeceğimiz filmle zirve olacak. Aslında Ekşi Elmalar diye bir oyun yazıyorum. İki tane daha oyun var. Birinci perdeleri bitti, bekliyor. Bir oyun da uyarladım, Neil Simon’un Güneş Çocukları oyununu. Demet’i (Akbağ) başrolde düşünüyoruz. Ben yokum. Baksanıza o kadar uzak değilmişim.
Yeni oyunlar da komedi tarzında mı?
Komedi demiyorum ben. Kendimi tarif edeceksem komediden çok ironiyi tercih ederim. Olmadık trajik şeylerle, olmadık komik şeyleri harmanlıyorum. Daha doğrusu ben hayatı böyle görüyorum. ‘Hayat böyle bir şeydir’ diyorum. Yeni oyunlarımda da ironi ön plana çıkacak.
Kendiniz oynamayacak mısınız?
Oynayacağım. Tiyatroya olan hasretim dinmez. Çok donanımlı döneceğim. Bekleyin…
***
Benim gibi birkaç adama ihtiyaç var
Televizyon ve sinema dünyasını Otogargara, Sen Hiç Ateş Böceği Gördün mü?, Bana Bir Şeyhler Oluyor’da oynayan oyuncular ayakta tutuyor. Yola çıkarken bugünleri hayal ettiniz mi?
Tiyatroyu kurarken insanın ekol oluşturmak gibi bir derdi oluyor. Bir okul mezunlarıyla anılır zaten. Başarılı mezunlar verdik, vermeye de devam ediyoruz. Şimdi bakınca gurur duyuyorum. BKM Mutfak da bir tiyatro projesi. Oyun yazma, tiyatro külliyatına oyun kazandırma konusunda bir ihmalimiz var sadece. Benim gibi birkaç adama daha ihtiyaç var demek ki!
BKM Mutfak, on yıl sonra ilk jenerasyon gibi piyasanın gözdesi olur mu?
İnşallah. Yarın ciddi oyunlar yazacak, yönetecek bir kadro çıktı. Onlar şimdi kalfalık döneminde. Ustalaştıklarında güzel işler yapacaklar. Bizim başarımız aslında takım oyununda. Her adımımız başka bir adıma yol açınca bugünlere geldik.
Mutfak oyuncuları piyasada tek başına ayakta durur mu?
Şu anda bütün dizilerde oyuncumuz var. Hemen hepsi başrol. Seyirci bazılarının Mutfak’tan olduğunu bile bilmiyor.
Türk tiyatrosunun karanlık bir tünelden geçtiğini düşünenler var. Siz nasıl düşünüyorsunuz?
Hayat tiyatroyu büyük salonlardan küçük salonlara gitmeye zorladı. Salon küçük ama etkisi büyük. Bu olumlu. Sıkıntı, Türkçe metinlerin yazılmaması. Ama bir tiyatro yazarının yetişmesi de zor. Kendini yetiştirmesi, deneyim kazanması… Çok büyük sorunlar. Kimi tiyatrolar 50 kişilik, kimileri 100 kişilik. İlgi de iyi. Bereketli bir ortam!
Paniğe gerek yok yani!
Ben hiçbir zaman tiyatronun ikinci plana düşeceğini sanmıyorum. Dönemlerden etkilenmez. En şaşaalı dönemde bile bunlar konuşuluyordu.
Ah eski Ramazanlar klişesi gibi.
Evet, ona benzer bir şey. Dünyada da öyle. Her yıl 100 iyi oyun çıkmaz. İyi bir şeyler de çıkınca yüzyıllarca oynanır. Sabretmek lazım. Kederlenecek bir şey yok ortalıkta. Mesela malzeme çok ama işlenmiyor deniyor bir de. Bu da klişe! Yazan bir adam için her şey malzemedir.
Size özenen yazarlar var mı?
Ülkede üslupçu bir yazar çıktığında ona öykünen çok yazar çıkar. Biz de öykündük zamanında. Benden etkilenmiş çok yazar görüyorum. Hatta yazdığım bazı şakalar anonim olmuş. Herkes ‘Sen nasılsınız inşallah!’ diyor. Onlar, ben de anonimden aldım sanıyor. Bunu görünce seviniyorum. Demek ki gerçekçi yazmışım. Bizim ekipte 4-5 tane çok iyi yazacak eleman var.
Peki Kültür Bakanı, Devlet Tiyatrosu sisteminin değiştirilmesi gerektiğini söylemişti. Ne diyorsunuz?
Seyirciyi içe çeken bir sistem getirilmeli. Saçma bir yılan hikâyesi aslında. Bin senedir konuşuluyor ama bir şeyler olmuyor. Nerede bir devlet tiyatrosu varsa kendi yöresinin derdini anlatan oyunlar çıkarmalı.
Roman yazdığınızı biliyoruz, ne zaman piyasaya çıkacak?
Yakında çıkmış olur.
Nasıl bir roman?
Kalınca bir roman. (Gülüşmeler) Otobiyografik bir roman yazıyorum. Hayatımın 1973-85 yıllarındaki dönemiyle ilgili, Ankara‘daki dönem. Sağ-sol, Kürt meselesi gibi o politik dönemde yaşadıklarım. Yayıneviyle anlaştık, onu tamamlayıp çıkaracağım.