Günler uzuyor… Geceler daha çabuk kısalsa keşke…
Üzüm üzüme baka baka kararır derler ya…
Uzaktaki bakmaya bile kıyamadığım resimlerdeki yüzüne…
Baktıkça kendimi sende görme isteği içimi derinden sızlatıyor…
Gün geliyor ben ben olmaktan çıkıyorum… Sen olup kayboluyorum…
Sonra… Ya sonra…
Senin derinliğinde olmayan kendimi ve sevgimi buluyorum tüm çıplaklığıyla…
Oysa ki … Oysa ki…
Beklemek öylesine sadece beklemek, sessizce umut etmek, gönlünde yer edinebilmek, sevilmeyi beklemek, sevildiklerine ve sevdiklerine ortak olmak…
Oysa ki… Oysa ki…
Beklemek…
Bilmem ki, acaba gerçekten de değer mi?
Sevgi emek ister… Emek ise yürek, yüreğin nereye kadar emekler benimle…
Sevgi çaba ister… Çaba ise yürek, yüreğin nereye kadar çabalar… Nerede son bulur…
Sevgi risk ister… Risk ise yürek… Alabilir misin bir evladını koruyabilmek için aldığı tüm riskleri… Sevmek anne evlat gibi bir şey durabilir misin? Olumsuzluklarıyla ve olumlu taraflarıyla arkasında… Sevgin için özveri göstere bilir misin? Özveriyle seve bilir misin hayatta?
Gerçek nedir? Gerçeği nasıl tanımlarsın hayatta… Eğer hissedebildiğin, koklayabildiğin, tadına bakabildiğin ve görebildiğin şeylerden bahsediyorsan gerçek o zaman sadece beyninin yorumladığı elektrik sinyalleridir. Ya kalbinin gerçekle savaşabilme gücü var mı?
Çok sahiplenmedim çok ta ait olmadım hayatına… Her an avuçlarımızdan kayıp gidecekmiş gibi sevdam… Hem de hep seninle kalacakmış gibi sevgim… İyi ki de… İyi ki de… Oysa ki…
Yorgunum, üzeri kar örtülü uzun bir kış gecesi gibi,
Baharı beklemekten yorgunum… Belki de hiç gel(e)meyecek olan baharı…
Beklemek… Öylesine… Sadece beklemek, hem senden uzakta hem de uzun ve ince bir yolun ortasında sürekli beklemek… Hem de gidilecek yeri bilmeksizin beklemek! ne kadar da zor, bir bilsen!
Bu arada sevgili Münir Arıkan’ın bir yazısını okudum. Orada der ki;
“Kırk yaş olgun derler ne kadar doğruymuş meğer…
Kırkına basmadan daha merdiven dayamak yetiyor bile kırka…
Yolun yarısı çoktan geçmiş…
Keşke yolun yarısına varmadan öğrense insan…
Ahh vah etmeye gerek kalmazdı o zaman…
İlla ateşin tadını yanarak öğrenmek neden?
Cııs tan niçin anlamaz bu insan denen?
Niçin kaçmaz sonu belli beklenenden…
Kırkbeşine merdiven dayamanın mezar taşına yazılacak yazıların netleştirdiğini öğrendim herşeyden önce…
Özür dilerken illa da kelimelerin kullanma mecburiyeti olmadığını öğrendim…”
Ben ne öğrendim diye düşündüm hayatta…
Üzüntülerimi sığdıramadığım kayıplara alışamadığım bir yürek yüreğin içinde küçük bir yürek mücadele etmem için gözlerime bakan… Yorulmaktan anlamayan… Yorgunum be küçük yürek yorgunum bu yorgunluğu kimseye belli edememekten yorgunum… Yalnızlığımla savaşmaktan yorgunum sevgisizliğe yetememekten… Yorgunum…
Derken kendi dizelerim geldi aklıma…
Yanlızlığıma alıştığımı sandığım zamanlarda… Belki de 5 yıl öncesinde hiç bu kadak kendimi yanlız hissedebileceğimi düşünmediğim zamanlarımın başlangıçlarındayken…
Hayat yer edinmekle geçiyor bir yerlerde zaten….
yer edinen hayatların
yer edinen insanların
yer edinen
edinebilen kalplerin
de
bi
yersizliği hep oldu
da
ben
yerli yersiz kelimelerden ziyade
yersiz kalplerin hüznündeyim
hep…..
O hüzünle hüzünlenen kalplerin sahiplerine selam olsun..