Paz. Kas 3rd, 2024

Ahmet, isimli Konyalı bir çocuk da şunları yazmıştı: “Cahille sohbet etmek güçtür bilene, çünkü cahil ne gelirse söyler diline…”

O sayfalar hâlâ tertemiz ama bizim içimiz kirlenmişti. Pislik doluydu her taraf artık, kafalarımız dışarıya kiralanmış, hepten mankurtlaşmış sayıyordum bizim kuşağı. Sonrakilerin hâlini düşünmek dahi istemiyordum.

Kelimelerin, cümlelerin seçimini yapamayacak kadar şuursuz bir nesil peydahlanmıştı. Türkçe, İngilizce, Fransızca karışımı cümleler, iş yeri isimleri, firma isimleri koyabiliyorduk yüzümüz kızarmadan, utanmadan, sıkılmadan ama İslâmiyet’i hatırlatacak her şeyden ürküyorduk. Bu nasıl içimize, genlerimize işlenmiş bir korkuysa, söküp atılamamasını anlayamıyordum. Bakın işte Yağmur arkadaşımın yazdığına:

“Neyse, bu entry de olsun benden sana bir hatıra, senin gibi katıra…” diye başlamış. En sona da “I believe that everyhing will be okay./Her şeyin iyi olacağına inanıyorum.” Seneler sonra okuyunca çok güldüren, bir o kadar da düşündüren saf, temiz kalple yazılmış yazılara paha biçemiyordum ve “Bu gidişle hepten kaybolmaya mahkûm nesilleriz…” diye söylenip durdum.

Sayfaları hızla geçmeye başladım. Toprak, şöyle başlamış hatıra defterimdeki yazısına: “Eğer şeref kazançlı olsaydı, herkes şerefli olabilirdi.” Thomas More

Burçin ise: “İçinde yaşanılan an, geleceği kemiren geçmiştir…” Henri Bergson.

Damla arkadaşım da “Muvaffakiyet, yani başarı kolay elde edilir. Zor olan muvaffakiyeti hak etmektir…” Albert Camus.

Su isimli arkadaşım da Baruch Spinoza’dan şu cümleyi tercih etmiş: “Mesut olmak faziletin mükâfatı değil, faziletin ta kendisidir.”

Irmak, Martin Luther King’den şu satırı almış: “Beni korkutan kötülerin baskısı değil iyilerin kayıtsızlığı…”

Daha kimlerden ne yoktu ki! Platon’un şu cümlesini de Savaş arkadaşım tercih etmiş: “Kötülüklerin ilki ve en büyüğü, haksızlıkların cezasız kalmasıdır.”

Dedim ya, bize ait ne bir âyet-i kerime, ne bir hadis-i şerif, ne ecdat sözü ve ne de düşünürlerimizden bir ifade yoktu. Sanki biz, biz değil de zoraki Türkçe okuyup yazmayla cezalandırılmış İngiliz’dik, İtalyan’dık, Fransız’dık.

Sadece Ahmet, isimli Konyalı bir çocuk “Cahille sohbet etmek güçtür bilene, çünkü cahil ne gelirse söyler diline” cümlesini Hazreti Mevlânâ’mızdan tercih etmişti.

“Niçin Batılı gibi düşünüyor, yazıyorduk?” suâli daha bir açıklık kazanıyordu. Bir millet topyekûn öz kimliğinden, sahibi olduğu maddi ve mânevî kıymetlerinden gizli, aşikâre kopartılıyordu. Buna karşı koyacak yetişmiş insanlar ise ne gezer, ara ki bulasın. “Yine bizi bize çevirecek, aklımızı başımıza getirecek olanlar yabancılar olacak galiba!” dedim, asıl merak ettiğim kitabın işaret koyduğum sayfasına geçtim.

     ***Nefise Doktor’um, doğru söylemek icap ederse kitap okumada benden çok çok öndeydi. Büyük bir farkımız vardı; o her önüne gelen kitabı okumuyordu, reklâmı yapılana hiç ehemmiyet vermiyordu da… Ya neleri okuyordu? Seçme, hem dünyasına, hem de ahiretine faydalı olabilecek “olmazsa olmaz” dediği eserleri, ne edip edip okuyor, sonra da bizim gibi nazı geçenlere, kitap okumanın zevkini edinmiş meraklılarına veriyordu.  DEVAMI YARIN

By Usta

“Seni çok seviyorum ama sana anlatamıyorum.”