Per. Kas 21st, 2024

İki aylık, edebiyat, kültür, sanat, düşünce ve sinema dergisi Yazı Atölyesi, Fatih Bayhan’ın kuruculuğunda okurla buluştu. Yayın yönetmenliğini Talip Işık’ın yaptığı dergide Serkan Yorgancılar, Mehmet Kurtoğlu, Aytekin Gezici, Yaşar İliksiz, Nevzat Bayhan’ın yazıları yer alıyor. Recep Garip, Mehmet Aycı’nın da şiirleriyle yer aldığı dergi okuruna Ankara’dan ulaşıyor.

İki ayda bir yayın hayatını sürdürecek olan Yazı Atölyesi editörü şöyle sesleniyor ikinci sayıdaki yazısında okura: “Edebiyat, bilginin, estetik duruşun, sanatın aynasıdır. Bu aynadan bakıyoruz hayata.”

Fatih Bayhan’ın üretken kalemi bu kez bir ekibi de bir araya getirmeyi başarıyor. Yazı Atölyesi’nin sahibi Adile Kulaksızoğlu, yayın yönetmeni Talip Işık, yazı editörlüğü görevini ise Zeynep Onur omuzlamış. Recep Garip, bir dönem vekillik yaptığı ‘Ankara’yı taşımış şiirine. Şiir, “ben gidiyorum artık” dizesiyle bitmiş. Talip Işık’ın kaleme aldığı “Şiir ve Gizem” başlıklı yazı, şiiri ve şairini doğru algılamak üzerine kurulmuş. “Aftan önce affa layık olmaktan söz eden Işık’ın şu cümleleri öne çıkıyor: “Modern Türk şiiri, batı şiirinden etkilendiği kadar kendi köklerinden de beslenmiş, gelenekçi, modern etkileri harmanlanmıştır. Serbest ya da hece vezniyle olsun, nazım nesir tarzı veya kurgusal şiirler olsun Türk Dili’nin gelişimine önemli katkılar sağlamışlardır.”

‘Heidegger’in Aşkı’nı kaleme alan Serkan Yorgancılar, iki ateş arasında kalan şaire çeviriyor bakışlarını. Mustafa Özçelik, “Kuğunun Ölümü” şiiriyle Yazı Atölyesi’nde: “Gölün hayalindeki son anı/ Kuğunun son şarkısı olmalı.”

Mehmet Atilla Maraş, farklı bir çalışmasıyla dergide yer alıyor. “Rüya Şehirde Bir Gün” başlıklı Dramatik Belgesel Senaryo’sunu okurla buluşturan Maraş, “Tellal” adlı eserinin ‘kişileri’ni tanıtarak başlamış işe. Bakalım bu çalışmadan nasıl bir şey ortaya çıkacak? M. Atilla Maraş’ın sinemaya dönük yönünü öne çıkaran bu çalışma, sinema çevrelerinin de ilgisini çekebilir.

Tarık Kılıçarslan’ın şiiri dergi vasıtasıyla okurlara “Ekmek Kokusu” taşıyor. Hüseyin Sönmezler “Unutmuştuk Gökyüzünü” adlı çalışmasında deneme, hikâye ve masal arası bir kalemle ilerliyor. Yazıda da belirtildiği gibi, “Üç yüz bin yıllık öykü bu…”

Emine Peltek, “İsmet Özel’in Amentü Şiirinde Kötülük Problemi”ni ele alıyor. Dr. Serap İlaslan’ın “Birgün Belki” başlıklı yazısı İsa Yusuf Alptekin’i hatırlatıyor bize. İlaslan’ın, vefatından önce gerçekleştirdiği söyleşinin son kısmında Alptekin şunları söylüyor: “Eğer biz Türkistan davası için hizmet etsek, biraz dışarıda faaliyetlerimiz kuvvetlenirse, oradakilere, ümitsiz yaşayan Türkistanlılara ümit vermiş olacağız. Onların maneviyatını yükseltmiş olacağız. Kısaca ben, bu kabileciliğe, şehirciliğe karşıyım. Bundan çok zarar gördük. Düşmanlarımız bundan gayet çok istifade etti. Bu bizi birbirimize düşürüyor. Kuvvetlerimizi zayıflatıyor. Sırrımızı öğrenmeye gayret ediyor. Biri diğerini kontrol olarak kullanıyor. Şimdi Türkiye’dekiler bu meseleler üzerinde durmalı.” Alptekin ayrıca konuşmasında İslam’ın en mükemmel din olduğunu, İslam dininin kendilerinin Çinlileşmesine de engel teşkil ettiğini, Çinlilerle evlenmediklerini, içki gibi zararlı şeylerden, günahlardan uzak durduklarını dile getiriyor.

Mehmet Lütfü Özdemir “Umutsuzlar Ülkesinden Düşler Ülkesine” geçtiği yazısında garip ülkenin garip şehirlerinde elleri cebinde yolculuğa çıkıyor. Dipnottan Hakan Albayrak ve Necip Fazıl Kısakürek çıkıyorsa, umudun en üst mertebesini varın siz hesap edin. Müştehir Karakaya “Zâr beni” şiirine “birgün geri dönmeyeceğimi biliyorum/ ama haklısın ey kadın” diyerek başlıyor. Şiir biterken ortaya son mısra şu şekilde düşüyor: “ölümün kolları beni yokluyor”

Mehmet Kurtoğlu, Shakespeare’e ilginç bir noktadan bakıyor ve yazı boyunca bıçağın sırtından inmiyor. “Aşk ve Şehvet Arasında Bir Sapkın: Shakespeare”den bir bölüm: “Sarışın gencin güzelliğine karşılık, esmer kadının çirkinliğini öne çıkarması onun ruh dünyasının sapkınlığını ele verir.” Kurtoğlu’na göre Shakespeare narsist ve bir kadın düşmanıdır. Yani, “Shakespeare’ın sonelerini büyük bir aşk şiiri olarak okumak mümkün değildir”

Mehmet Aycı “Bakır Pencere” şiirinde okuru tanıklığa çağırıyor: ” Sular ardınca gidiyor, rüzgâr, renkler, gökyüzü/ Eteklerin yeryüzünün soylu yangınları/ Gölgesi olsam diyorum, öyle işliyor zaman/ Tanrı diyor ki, tanı…”

Aytekin Gezici’yi daha çok gündemdeki konularla ilgili kitaplarından tanıyoruz. Adana’nın hikâyesi yazılacaksa Aytekin Gezici yazacaktır, buna eminim. Hatta ilk adımı (belki başkaları da var, bilmiyorum) Yazı Atölyesi’nde atmış bile. “Duruşma” adlı öykü yazarın kalemindeki ironi ve duyguyu nasıl harmanlayabildiğini de gösteriyor okura. İlknur Karanfil “Vakitsiz Sürgünler”e kapılmış şehirlerden şiirleri ortaya çıkarıyor.

Yaşar İliksiz’in “Konstantin’in Sırrı” kitabının okuru olduysanız, bu haber iyi gelecektir hepinize. Yazı Atölyesi’nde “İnsanlaşan balıklar” adlı yazısıyla bir öykü mü kuruyor yazar yoksa bir romanın ilk bağlarını mı atıyor onu okura bırakmak gerek. Bana sorarsanız, yazarın heybesinde pek çok çalışma var, dergi sayfalarında karşılaştığımız denemeler İliksiz’in mutfağında lezzetli yemekler piştiğini gösteriyor.

İtiraf ediyorum, biraz şaşırdım, ama sevindim de. Nevzat Bayhan’ın yazısı “Beyaz ve Milli Sinema” üzerine. İstanbul’un kültür patronu iyi bir ev sahibi. Dikkatini asla ‘bize ait’ olandan kaçırmıyor. Ama yine de şaşırdım. Özellikle üzerine yazdığı konudaki dikkati sevindirdi beni. Yücel Çakmaklı’yı rahmetle anıyor, dikkatini eksiltmeyenlere teşekkür ediyoruz. Hülya Yücel Ergün “Adem’in Kelimeleri”yle kurduğu denemesiyle, Emine Kocabaş Kılınç “Mayıs 17” şiiriyle Zeynep Onur “Karlı Ankara” anı yazısıyla, Rabia Gelincik “Sürâka’nın Gözleri” şiiriyle Yazı Atölyesi’nde yer alıyorlar. Sinemaya ilginiz varsa Sergio Leone filmlerine yönelik bir okuma gerçekleştiren Öner Çubukçu’nun “Çağımızın Kodlarına Seyahat” yazısına göz atmak isteyeceksiniz, şaşırmam!

Bilgi için: yaziatolyesi@hotmail.com

By Usta

<<- Kızlar Baklavalı erkekleri sever diye duyduktan sonra elinde baklava tepsisiyle gezen