Standartların bu derece yüksek olması, böylesi bir mükemmeliyetçilik, bir başarı hırsı değildir. Bunun kökeninde bir ihtiyaç yatar. Sevilme ihtiyacı, saygı ihtiyacı ve kabul görme ihtiyacı…
Bu kişiler yeni bir ortama girdiklerinde ceplerinde her an sunmaya hazır türlü yüksek başarılar bulunsun isterler veya o ortamda hayranlık uyandırabilecek bir yaşanmışlıkları, hikayeleri bulunmalı. Her an takdir edildiklerini, onaylandıklarını görmek isterler. Başarılarının çevrelerindeki insanların hafızalarından silinmeye başlaması onları ürkütür, hemen yeni bir “en” hikayesinin peşine düşerler, bir başka basamağa çıkmak ve bu basamak hakkında konuşmak isterler.
Aslında dertleri ne üstün başarılara sahip olmak ne de müthiş bir zenginliğe ulaşmak. Dertleri, onlara saygı duymaları için diğer insanlara bir sebep yaratmak. Kabul edilmeyi garanti altına almak. İnsan ilişkilerinde 1-0 önde başlamak. Hali hazırda zaten “insanların hayatlarına dahil etmek isteyecekleri biri” haline gelmek.
Şu çelişkilidir ki, çoğunlukla girdikleri ortamlarda yüzeysel ilişkilerin esiri olurlar. Yüksek standartları buraya da sirayet eder ve insan seçerler. Dışarıdan başarılı görünen arkadaşlıklar edinmek isterler. Geri planda akıllarında sürekli çıkılacak diğer basamaklarla meşgul olurlar. Dolayısıyla ilişkinin özüne odaklanamazlar, tadını kaçırırlar.
Hayatlarındaki en görünür başarı hikayelerinin sarsılması, yaşamlarındaki diğer bütün alanları yok saymalarına neden olur. Ortada bir kriz vardır, kaybedilmek istenmeyen bir sıfat vardır, diğer hiçbir şeyin bir önemi yoktur.
Başarısız oldukları bir dünyada nasıl yaşayacaklarını bilemezler ve başarısızlıklarını dillendiremezler. Reddedilmemek için dillendirmezler. Dillendirmemek için izole olurlar, reddedilmek istemedikleri insanlardan kendi kendilerini uzaklaştırırlar, yalnızlaşırlar.
Reddedilme korkusuyla, kabul görme, onaylanma ihtiyacıyla girdikleri yolda kendilerini reddeder, yok sayar, kendilerini oldukları halleriyle kabul edemezler. Farkında bile olmadan kendi yalnızlıklarına hizmet ederler.