Genelde bir oyunun başına oturduğum zaman insani ihtiyaçları bile minimuma indiririm. Benim için gerçek dünya yerini oyun dünyasına bırakmaya başlar ve o evrenden alacağımı almadan gerçek dünyaya dönmeyi pek sevmem. Her ne kadar türlü türlü sorunları olsa da Far Cry bu deneyimi bana hep güzel bir şekilde yaşattı ama ıssız bir adaya düşmeyi hala istemiyorum. Zira seriden öğrendiğim kadarıyla ıssız bir adaya düşersek yanımıza almamız gereken yegane şey oyun bugları! Tabii bir de gerçek hayattaki insanların bu kadar aptal olması epey zor, muhtemelen ilk aksiyon denemesinde enselenip timsahlara yem olurdum.
Hazır yepyeni (?!) bir Far Cry oyunu çıkmışken buraya gelene kadar neler gördük, geçirdik bir göz atalım, ıssız diyarlar tarihinde bir yolculuğa çıkalım.
Aaa Cevat Yerli – Far Cry
Takvimleri epey bir geriye sarıp 2004 yılına geldiğimiz zaman Far Cry’ın doğuşuyla karşılaşıyoruz. Hem de oldukça tanıdık bir yüz bizleri bekliyor. Crytek’in kurucularından Cevat Yerli hem ilk oyunun yönetmeni hem de CryEngine 1 ile birlikte programlamacılarından birisi. İlk olarak sadece bilgisayar içi çıkan oyunla bugün bildiğimiz Far Cry oyunları arasında çok büyük bir bağ yok. Oyunda ana karakterimiz Jack Carver’ı ara sahnelerde bolca görebiliyoruz. Zaten oyunun geçtiği görev mekanlarının çoğu da kapalı alanlar, tesislerden oluşuyor. Tabii yine dağ tepe düz gidip askeri kamp basıyoruz ama çok daha lineer bir çizgi var.
2004 yılı için gayet eğlenceli mekanikleri, kendini oynatan hikayesi ve cool ana karakteriyle Far Cry, bir devrin başladığını işaret ediyordu. Zaten Crytek’in doğuşu ve Crysis efsanesine doğru ilerleyen yol da biraz bu şekilde başlamıştı. Bizim hikayemiz Far Cry da epey bir şekil değiştirerek yoluna devam edecekti. Bugün dönüp baktığımız zaman Far Cry 1’in farklı anlamlarda milat olduğunu söylemek mümkün.
Bir Elinde Navigasyon, Bir Elinde Harita Umrunda Mı Dünya? – Far Cry 2
Aradan dört sene geçti, dünya değişti ve Far Cry 2 geldi. İlk oyun çıktığı zaman GTA 3, Vice City ve birkaç RYO oyunu dışında açık dünya konsepti beni çok çekmiyordu. Daha çok lineer oyunlarla haşır neşirdim. Derken Far Cry 2 geldi ve Afrika’nın göbeğinde hasta olarak uyandım. Koca bir savanlık, yer yer ormanlar farklı farklı insanlar… Yaşayan bir dünya vardı Far Cry 2’de ve belki de beni bu seriye en çok bağlayan şey bu oldu.
Oyunda sıtma hastası olduğumuz için saat başı ilaç içmemiz gerekiyordu. Bu da aksiyon öncesi iki kere düşünmenize nenden oluyordu. Açık dünyada dolaşırken bir elde harita öbür elde navigasyon ile yol bulabiliyorduk. Çoktan seçmeli karakterler ile arkadaş olup görevleri de farklı yollardan bitirebilmek güzel düşünülmüş bir mekanikti. Zaten bir Orta Afrika ülkesinde sıtmadan ölmemeye çalışırken orayı cani bir adamın elinden kurtarmak yeterince eğlenceli bir deneyim değil mi?!
Vaas Ve Deliliğe Övgü – Far Cry 3
Bu Far Cry oyunları ve Avrupa Şampiyonları arasında bir bağ var. 2004, 2008 derken bu sefer 2012 yılında seriyi yeni bir yola başlatan Far Cry 3 ve onun baş delisi Vaas ile tanıştık. Daha oyunla ilgili çok fazla şey bilmeden Vaas övgüleri yeri göğü sarsmaya başlamıştı. Onun bu “Jokervari” tavrı hikaye içerisinde de çok sefer bizi belaya sokuyordu, en nihayetinde oraya arkadaşlarıyla tatile giden bir zengin çocuğuyduk, başımıza neler gelebilirdi ki?
Hangover filmlerinde yaşanan olaylar size absürt geliyorsa Jason Brody ve arkadaşlarının tatile diye gidip Far Cry 3’ün sonunda ne hale geldiğine bir bakın. Açık dünyası, envai çeşit hayvanı, deli deli düşmanları derken Far Cry 3, kendi markasını bile geride bırakarak bir kült haline gelmişti. Keşke oyun bu kadar sevilmeseydi de UbiSoft ilerleyen dönemlerde farklı şeyler denemeye cesaret etseydi. Zira ilk iki oyun arasındaki geçişten sonra bir daha o büyük sıçramayı hiç göremedik.
Helikopterli Far Cry 3 – Far Cry 4
Afrika’dan çıktık yola, pasifikte bir mola ve şimdi geldik Hindistan’a… Far Cry isimli bir oyuna başlarken uzay diyarlara gideceğimi az buçuk tahmin ediyordum ama her oyunda bambaşka diyarlara gittik. Bu kez 2014 yılında Dünya Kupası senesinde çıkan Far Cry 4 ya da 3 + Helikopter bizi Kryat isimli bir kurgusal Himalaya ülkesine götürüyordu. Burada hem ruhsal hem de politik bir yolculuk bizleri bekliyordu. Her ne kadar Vaas çok sevilse de ben Pagan Min’i kendisinden daha beğenmiştim. Bir kere adam kaliteli bir diktatördü?!
Oyunun temel mekanikleri neredeyse tamamen üçün kopyasıydı. Sadece ulaşımda biraz kolaylık olsun diye bir helikopter eklemişler. Yine de hikaye anlamında biraz daha çeşitlilik vardı. Bir iç savaşın içerisinde bir iç savaş daha vardı. Golden Path’in başında yer alan iki karakterin yol haritasına da uyabiliyorduk. Yine de biz Ajay Ghale olarak kendi kaderimizden sorumluyduk. Oyundaki en güzel detaylardan birisi de eğer ilk başta Pagan’ı dinlersek olabilecek en mutlu sona ulaşabiliyor olmamızdı. Bu gizli son mantığı epey hoşuma gitmişti.
Preacher (Vaiz) – Far Cry 5
Far Cry 5 ile ilgili ilk detaylar ortaya çıktığında nihayet medeniyete bir adım daha yaklaştık diye düşünüyorduk. En nihayetinde oyun Amerika’da, Montana’da geçiyordu. Hope County isimli kurgusal şehirde bir tarikat ile mücadele edecektik. Lakin Far Cry isimli bir oyunda medeniyet çok kolay rastlanacak bir şey değil. Seri boyunca her zaman politik mesajlar vardı ve aldığımız kararları bu mesajlar etkiliyordu. Beşinci oyuna geldiğimizde ise bu politika adeta arşa çıkmış, Soğuk Savaş ve 11 Eylül Saldırıları gibi tarihsel olaylar bir anda hikayeye girmişti. Father (Joseph Seed) ve müritleri global bir felaket sonrası hayatta kalmak için radikal bir şekilde Hope County’i ele geçirmişti. Biz de tam olarak burada devreye giriyorduk, Deputy olarak adım attığımız bu şehirde yeri geldi Cheeseburger (favori yoldaşım, şeker hastası bir ayı) ile tesis bastık, yeri geldi Faith tarafından uyutulduk ama Joseph’in sözünü dinlemeyi hiç akıl etmedik. Oyun nihayete erdiği zaman Joseph ile ilgili bütün görüşlerim değişmişti. Zaten olayların sonrası anlatan New Dawn ek paketinde de Joseph ve Deputy ile ilgili çok fazla detay yer alıyordu. Vaas ve Pagan Min’i de bir kenara koyuyorum, bana göre Joseph Seed şu ana kadar Far Cry serisi içerisindeki en özel karakterdi.
Beş oyun, üç Avrupa Şampiyonası ve iki Dünya Kupası. Far Cry hayatımıza girdiğinden beri bunlar değişti. Pandemi nedeniyle EURO 2020’nin, bu yıl yapıldığını da göz önüne alırsak Far Cry yine özüne dönmüş gibi gözüküyor. Bu sefer Yara’da bir Karayip diktatörlüğünde Anton Castillo’ya karşı mücadele edeceğiz, medeniyete yine epey yaklaştık ve tekrar uzaklaştık. Politik metnin her zaman ön planda olduğu Far Cry serisinde ilk kez gerçekten devrimcilerin mücadele ettiği bir atmosferde yine dağ, tepe, bayır gezip atmosferin keyfini çıkartacağız.
Biterken çalıyordu; Don’t Cry For Me Yara 🙂