BİR MUCİZE DAHA
Kâinatın Efendisi peygamberliklerinin sekizinci yılında da insikak-ı kamer, ay’ın ikiye bölünmesi… Mehtaplı bir gecede, ay ve semâ, O levlâk padişahına tutkun, bir mucize olmuştu…
Evvelâ mucize nedir?
İnsanoğlunun bir benzerini yapmakta âciz olduğu her şey…
Bir adam evin dördüncü katından düştü de ölmedi. Bu mucize olmaz. Çünkü, herkes düşebilir ve ölmeyebilir…
Ama gösterin bir parmak işaretiyle ay’ı ikiye bölecek bir kudreti… Gösteremezsiniz. Zira işte o, mucize‘dir… Ve ancak peygamberler gösterebilir…
Öyleyse iman dürbünleriyle kâinatı süzelim ve her şeyin bir mucize olduğunu görelim… Her şey, keremi sonsuz olan Rabbimizin mucizesi değil mi?.. Yekûn hâlinde varlık ve tek tek her şey mucize…
Br damla sudan meydana gelen şu vücut iklimine bak: Göz, kulak, akıl, ruh…Ve iki parmak ucu arasında bir çiçeğin ipek nescini lif lif tadan duygu, hepsi hepsi mucize…
Bülbülün bir damlacık kalbinde çağlayan okyanus, karıncanın iğne ucu kadar kafasında iki kudret penceresi, sivrisineğin bir noktalık gövdesinde koca bir eczâ deposu… Evet, hacim mucize, şekil mucize, renk mucize…
Ve bütün bunları göremeyen aptal insan… Tutar da, mucize içinde mucize bekler…
Ve işte yüce Allah, peygamberleri elinde mucizeler çağlatır. Tıpkı ay’ın bir işaretle ikiye bölünmesi gibi…